İnsan konuşuyor, ama ne kuzen şempanze konuşuyor ne de üst sınıftaki öteki memeliler konuşuyor. O zaman ortaya yanıtlanması gereken sorular çıkıyor. İnsan ne zaman, neden ve nasıl konuştu? Dil düşünmenin aracı mıdır, yoksa düşünmenin kendisi midir?
Evrenin yaşı 13,5 milyar yıl, dünyanın yaşı 4,59 milyar yıl olarak hesaplanıyor. Primat denilen büyük memelilerin ortaya çıkışı 65-70 milyon yıl öncedir. Bunların en alt sınıfında olan ve insanı içine alan homo/pan grubunun üst sınıftan ayrılışının 5,4 ile 6,3 milyon yıl önce olduğu sanılıyor.
İnsan konuşuyor, ama ne kuzen şempanze konuşuyor ne de üst sınıftaki öteki memeliler konuşuyor.
O zaman ortaya yanıtlanması gereken sorular çıkıyor. İnsan ne zaman, neden ve nasıl konuştu? Dil düşünmenin aracı mıdır, yoksa düşünmenin kendisi midir?
Evrenin yaşı 13,5 milyar yıl, dünyanın yaşı 4,59 milyar yıl olarak hesaplanıyor. Primat denilen büyük memelilerin ortaya çıkışı 65-70 milyon yıl öncedir. Bunların en alt sınıfında olan ve insanı içine alan homo/pan grubunun üst sınıftan ayrılışının 5,4 ile 6,3 milyon yıl önce olduğu sanılıyor.
İnsan konuşuyor, ama ne kuzen şempanze konuşuyor ne de üst sınıftaki öteki memeliler konuşuyor.
O zaman ortaya yanıtlanması gereken sorular çıkıyor. İnsan ne zaman, neden ve nasıl konuştu? Dil düşünmenin aracı mıdır, yoksa düşünmenin kendisi midir?
GERÇEK BİR ÖYKÜ
Caty ve Keith Hayes çifti 1947 yazında tatillerinden dönecekleri zaman Viki adlı yeni doğmuş bir kız çocuğu evlat edinirler. Hali vakti iyi olan Hayes ailesi Viki üstüne titrer; yedirir, içirir, giydirirler. Onun sağlıklı gelişmesi için ne gerekiyorsa yaparlar. Anadili öğrensin diye özel eğitmenler tutarlar.
Aylar, yıllar geçer. Viki hızla serpilir, büyür. Bacak ve kol kasları mükemmel gelişir. Kısa zamanda koşmaya, bahçedeki ağaçlara tırmanmaya, başka çocuklarla oyunlar oynamaya başlar. Yemesi, içmesi, uyuması yerindedir. Bedeninde hiçbir arıza yoktur. El becerileri beklendiği gibi gelişmiştir.
Ama Viki’nin önemli bir kusuru vardır: Viki anadil öğrenemiyor, konuşamıyor, ana, baba ve kap sözcükleri dışında hiçbir şey söyleyemiyor. Doktorlara, psikologlara gidiliyor; bütün uğraşılara karşın, Viki’nin ağzından yeni bir kelime çıkmıyor.
Hayes ailesi bu duruma çok üzülmüyor, telaşa kapılmıyorlar; bekledikleri gibi, olan biteni normal karşılıyorlar.
Çünkü Viki bir şempanzedir!
Bilim adamları buna benzer çok deney yaptı. Yeni doğan bir şempanze, maymun ya da başka bir canlı türünü normal bir aile ortamında büyüttüler. Çocukların anadil öğrenmesi gibi, onların da aile içinde konuşulan dili öğrenip öğrenemeyeceklerini denediler.
Deneklerin hiçbirisi konuşmayı öğrenemedi.
Ama denekler, başka alanlarda başarılı oldu. Örneğin, şempanzelerin, yüzlerce simgeyi öğrenebildikleri, o simgelere yüklenen anlamları birbirlerinden ayırt edebildikleri; bazı hayvanların mukayese yapabildikleri, azı-çoğu, küçüğü-büyüğü algılayabildikleri; bazılarının üç ya da beş nesneyi sayabildikleri anlaşıldı.
Ama, deneylerin sonucu şu gerçeği ortaya serdi:
- Hayvanlar, insan gibi konuşamazlar.
Aylar, yıllar geçer. Viki hızla serpilir, büyür. Bacak ve kol kasları mükemmel gelişir. Kısa zamanda koşmaya, bahçedeki ağaçlara tırmanmaya, başka çocuklarla oyunlar oynamaya başlar. Yemesi, içmesi, uyuması yerindedir. Bedeninde hiçbir arıza yoktur. El becerileri beklendiği gibi gelişmiştir.
Ama Viki’nin önemli bir kusuru vardır: Viki anadil öğrenemiyor, konuşamıyor, ana, baba ve kap sözcükleri dışında hiçbir şey söyleyemiyor. Doktorlara, psikologlara gidiliyor; bütün uğraşılara karşın, Viki’nin ağzından yeni bir kelime çıkmıyor.
Hayes ailesi bu duruma çok üzülmüyor, telaşa kapılmıyorlar; bekledikleri gibi, olan biteni normal karşılıyorlar.
Çünkü Viki bir şempanzedir!
Bilim adamları buna benzer çok deney yaptı. Yeni doğan bir şempanze, maymun ya da başka bir canlı türünü normal bir aile ortamında büyüttüler. Çocukların anadil öğrenmesi gibi, onların da aile içinde konuşulan dili öğrenip öğrenemeyeceklerini denediler.
Deneklerin hiçbirisi konuşmayı öğrenemedi.
Ama denekler, başka alanlarda başarılı oldu. Örneğin, şempanzelerin, yüzlerce simgeyi öğrenebildikleri, o simgelere yüklenen anlamları birbirlerinden ayırt edebildikleri; bazı hayvanların mukayese yapabildikleri, azı-çoğu, küçüğü-büyüğü algılayabildikleri; bazılarının üç ya da beş nesneyi sayabildikleri anlaşıldı.
Ama, deneylerin sonucu şu gerçeği ortaya serdi:
- Hayvanlar, insan gibi konuşamazlar.
DİLİN GENETİĞİ
Dilin doğası ve kökeni konusunda biyoloji, anatomi, psikoloji, antropoloji, tarih ve felsefe dallarında yoğun araştırmalar yapıldı ve yapılıyor. Dilin kaynağı nedir? Neden insan konuşuyor da başka canlılar konuşmuyor? Dil’in düşünmeyle ilişkisi nedir? İlk konuşma ne zaman ve nasıl oldu? Araştırmacılar bu ve benzeri sorulara yanıt aramayı sürdürüyor.
1980’li yıllarda Stanford Üniversitesi’nden dilbilimci Joseph Greenberg, Amerika’da konuşulan Eskimo, Aleut, Apaçi ve öteki Amerikan yerli dillerinde, aynı harfle başlayan adıl (zamir) ve öteki sözcüklerin anlamlarının benzerliğinden yola çıkarak, konuşulan 2000’den fazla dili genetik benzerliklerine göre üç gruba ayırdı. Greenberg’in araştırması ilgi çekti.
Ancak, çok geçmeden, Yeni Zelanda Canterbury Üniversitesi’nden dilbilimci Lyle Campbell, Greenberg’in çıkarsamalarının yanlış olduğunu söyledi.
Pennsylvania Üniversitesi’nden tarihsel dilbilimci Donald Ringe, daha ileri giderek, Greenberg’in veri toplama ve analiz yönteminin yanlış sonuçlara yol açtığı; uyguladığı yöntemin bilimsel olmadığı savıyla ortaya çıktı. Dildeki benzerliklerin aynı kökeni paylaşmaktan çok, rastlantısal olduğu tezini ortaya attı.
Greenberg 2001 yılında yaşamını yitirdi. Ama onun başlattığı işin önemini anlayan dilbilimciler, yeryüzünde konuşulan dilleri gruplara ayırmaya devam ettiler.
Bugün otuzdan fazla dil grubu ortaya kondu. Bu gruplama yöntemleri daima tartışmaya açıktır, ama dillerin kökenine, büyük göçlere ve yer kabuğunun hareketlerine ışık tutmak gibi önemli işlevleri vardır.
1980’li yıllarda Stanford Üniversitesi’nden dilbilimci Joseph Greenberg, Amerika’da konuşulan Eskimo, Aleut, Apaçi ve öteki Amerikan yerli dillerinde, aynı harfle başlayan adıl (zamir) ve öteki sözcüklerin anlamlarının benzerliğinden yola çıkarak, konuşulan 2000’den fazla dili genetik benzerliklerine göre üç gruba ayırdı. Greenberg’in araştırması ilgi çekti.
Ancak, çok geçmeden, Yeni Zelanda Canterbury Üniversitesi’nden dilbilimci Lyle Campbell, Greenberg’in çıkarsamalarının yanlış olduğunu söyledi.
Pennsylvania Üniversitesi’nden tarihsel dilbilimci Donald Ringe, daha ileri giderek, Greenberg’in veri toplama ve analiz yönteminin yanlış sonuçlara yol açtığı; uyguladığı yöntemin bilimsel olmadığı savıyla ortaya çıktı. Dildeki benzerliklerin aynı kökeni paylaşmaktan çok, rastlantısal olduğu tezini ortaya attı.
Greenberg 2001 yılında yaşamını yitirdi. Ama onun başlattığı işin önemini anlayan dilbilimciler, yeryüzünde konuşulan dilleri gruplara ayırmaya devam ettiler.
Bugün otuzdan fazla dil grubu ortaya kondu. Bu gruplama yöntemleri daima tartışmaya açıktır, ama dillerin kökenine, büyük göçlere ve yer kabuğunun hareketlerine ışık tutmak gibi önemli işlevleri vardır.
HANGİ DİL DAHA İYİ?
Birer iletişim aracı olarak görüldüğünde, diller arasında en iyisi hangisidir?
Dilbilimciler, bu soruya şaşırtıcı bir yanıt verirler: İyi, kötü, gelişkin ya da gelişmemiş dil yoktur. Çünkü, insanın duygu ve düşüncelerinin sınırı yoktur. O duygu ve düşünceleri ileten dilin de sınırı olamaz. Her dil gelişmeye, büyümeye açıktır. Diller, onlara gerekseme duyulduğu oranda büyümüş, gelişmiştir. Kıta dilleriyle, kabile dilleri arasında gördüğümüz farkı yaratan odur. Gerekseme doğduğunda en basit kabile dili, bir kıta dilinin yaptığını yapabilecek şekilde evrilir.
Bu saptama, aslında dil olgusunda evrim sürecinin varlığının itirafıdır.
Dilbilimciler, bu soruya şaşırtıcı bir yanıt verirler: İyi, kötü, gelişkin ya da gelişmemiş dil yoktur. Çünkü, insanın duygu ve düşüncelerinin sınırı yoktur. O duygu ve düşünceleri ileten dilin de sınırı olamaz. Her dil gelişmeye, büyümeye açıktır. Diller, onlara gerekseme duyulduğu oranda büyümüş, gelişmiştir. Kıta dilleriyle, kabile dilleri arasında gördüğümüz farkı yaratan odur. Gerekseme doğduğunda en basit kabile dili, bir kıta dilinin yaptığını yapabilecek şekilde evrilir.
Bu saptama, aslında dil olgusunda evrim sürecinin varlığının itirafıdır.
BİLİMİN İZİNDE OLANLAR
Pinker’a göre, Avrupa’da yaşayan insanlar en az 50.000 yıl önce akıcı dil kullanmaya başladı.
Max Planck Evrimsel Antropoloji Enstitüsü araştırmacıları, insanda konuşma işlevini üstlenen genin, 100.000-200.000 yıl önce mutasyona uğramasıyla, dilsel becerilerin önünün açılmış olabileceği kanısındadır.
300.000 yıl önceki insan iskeletleri üzerinde yapılan araştırmalar, insan gırtlağının, ses birimlerini çıkarmaya elverişli hale geldiğini gösteriyor.
Deacon’a göre böyle bir anatominin gelişmiş olmasının nedeni, ancak konuşmaya hizmet etmek içindir. 2,4 milyon yıl öncesine ait taştan yapılma ilk aletler, bazı arkeologlara göre dilsel becerilerin varlığına işaret eder. Bazıları buna katılmaz, alet yapımının konuşmayla hiçbir ilişkisinin olmadığını söyler.
Bazıları insansı (hominid) beyninin hızla büyümeye başladığı 2 milyon yıl öncesini, konuşmanın başlangıcı sayar.
EVRİM VE DİL
Dilin evrimi konusunda, bilim adamlarının görüşlerini kabaca ikiye ayırabiliriz.
Bunlardan birincisi ünlü dilbilimci Noam Chomsky’nin tezidir: İnsan dili (konuşma yetisi) evrimsel bir süreç geçirmemiştir. O, insanın biyolojik bir özniteliğidir.
Bu tezin karşısında Pinker ve Bloom’un tezi var: İnsanda dil (konuşma yetisi) evrimle oluştu; yani doğal seçimin ürünüdür.
Chomsky ünlü bir dilbilimci olma yanında, cesur politik eleştirileriyle Amerikan solunun saygın isimlerinden birisi oldu. Dilin kökeni konusunda 1966 yılında ortaya attığı tez, uzun süre dilbilimcileri baskı altına aldı.
Chomsky, gramer kalıplarını bir matematiksel model ile açıklıyor, bütün dillerin Universal Grammar (UD) adını verdiği modele uyduğunu söylüyordu. O kalıpların evrensel olduğu tezinin kabulü, o kalıpların nasıl ortaya çıktığı sorusunu geriye itti, Chomsky’nin tezini evrim sürecinden kopardı.
Max Planck Evrimsel Antropoloji Enstitüsü araştırmacıları, insanda konuşma işlevini üstlenen genin, 100.000-200.000 yıl önce mutasyona uğramasıyla, dilsel becerilerin önünün açılmış olabileceği kanısındadır.
300.000 yıl önceki insan iskeletleri üzerinde yapılan araştırmalar, insan gırtlağının, ses birimlerini çıkarmaya elverişli hale geldiğini gösteriyor.
Deacon’a göre böyle bir anatominin gelişmiş olmasının nedeni, ancak konuşmaya hizmet etmek içindir. 2,4 milyon yıl öncesine ait taştan yapılma ilk aletler, bazı arkeologlara göre dilsel becerilerin varlığına işaret eder. Bazıları buna katılmaz, alet yapımının konuşmayla hiçbir ilişkisinin olmadığını söyler.
Bazıları insansı (hominid) beyninin hızla büyümeye başladığı 2 milyon yıl öncesini, konuşmanın başlangıcı sayar.
EVRİM VE DİL
Dilin evrimi konusunda, bilim adamlarının görüşlerini kabaca ikiye ayırabiliriz.
Bunlardan birincisi ünlü dilbilimci Noam Chomsky’nin tezidir: İnsan dili (konuşma yetisi) evrimsel bir süreç geçirmemiştir. O, insanın biyolojik bir özniteliğidir.
Bu tezin karşısında Pinker ve Bloom’un tezi var: İnsanda dil (konuşma yetisi) evrimle oluştu; yani doğal seçimin ürünüdür.
Chomsky ünlü bir dilbilimci olma yanında, cesur politik eleştirileriyle Amerikan solunun saygın isimlerinden birisi oldu. Dilin kökeni konusunda 1966 yılında ortaya attığı tez, uzun süre dilbilimcileri baskı altına aldı.
Chomsky, gramer kalıplarını bir matematiksel model ile açıklıyor, bütün dillerin Universal Grammar (UD) adını verdiği modele uyduğunu söylüyordu. O kalıpların evrensel olduğu tezinin kabulü, o kalıpların nasıl ortaya çıktığı sorusunu geriye itti, Chomsky’nin tezini evrim sürecinden kopardı.
Timur Karaçay
[email protected]
[email protected]