Türkiye İngilizce yeterliliği konusunda, benzer ekonomik gelişim safhasında yer aldığı ülkelerin gerisinde bulunuyor.
Geçen hafta, bir şehrin, küresel iş hizmetleri şirketlerine ev sahipliği yapmasının, o şehri ‘dünya şehirleri ağı’ ile daha kuvvetli ölçüde ‘bağlantılı’ ve daha ‘küresel bir şehir’ haline getirdiğinin altını çizmiştim. Bir şehrin ‘küresel’ bir şehir olması ve uluslararası bir finans merkezi olarak küresel iş dünyasını cezbedebilmesi için öncelikle kuvvetli bir beşeri sermayeye sahip olması gerekiyor. Bu beşeri sermaye, mevcut işgücünü eğiterek olabileceği gibi, dünyadan, alanında yetkin olan bireyleri çekerek de geliştirilebilir. Küresel ölçekteki beşeri sermaye havuzunda bulunan yetkin bireylerin çekilmesi, bu bireylerin iş ve özel hayatlarında beklentilerine uygun bir ortam sağlanmasıyla mümkün olabiliyor. Bu ortamın özellikleri, kaliteli ve güvenli yaşam koşulları olduğu kadar, uluslararası çalışanların sosyal diyalog kurabilmesine imkân tanıyacak ölçüde İngilizce dilinin geçerli ve yaygın olmasını da içermeli. Eğitim düzeyi ve kültürel korumacılık gibi nedenlerle İngilizce’nin yeterli ölçüde kabul görmemesi, o şehrin bir uluslararası finans merkezi olarak etkinliğini sınırlıyor. Örneğin Singapur ve Hong Kong, uluslararası finans merkezleri olarak, Londra ve New York’a yaklaşacak düzeyde önem kazanırlarken, Tokyo’nun, Japonya’nın ekonomik gücüne rağmen etkinliğinin sınırlı düzeyde kalmasının sebeplerinden biri olarak İngilizce dilinin yaygınlığındaki yetersizlik gösteriliyor.